Osmanlıcılık Aldatmacası
İlk olarak Gülhane Hatt-ı Şerifi ile coğrafyamızda yayılmaya başlayan Osmanlıcılık ideolojisi, imparatorluğun parçalanmasını engellemek için Osmanlı içerisindeki tüm ulusların bir arada tutulmasını temel almıştır. Ancak, Fransız İhtilali sonrasında yayılan milliyetçilik akımının da etkisiyle, Yunanlar ve Sırplar da olmak üzere Balkanlar'da ve Arap Yarımadası'nda(1.Dünya Savaşı ağırlıkta) isyanlar, çatışmalar, ayaklanmalar çıkmıştır. Öncüsü emperyalist İngiltere olan bu karışıklıklar, devleti son nefeslerinde oldukça yormuştur. Bunun sonucunda da bu ulusların çoğu kendi devletlerini kazanmıştır. Ve böylece Osmanlıcılık ideolojisinin bir ütopya olacağı belli olmuştur. Dönemin şartlarıyla da Türkçülük ideolojisi aydınlar tarafından daha fazla tutulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu'nun sınır değişimini gösteren bir harita
Modern, laik Türkiye Cumhuriyeti, 100 yıla yakın bir süredir var. Ve bu süre içinde en başından beri rejim karşıtları da var olmuştur. Mevlanzade Rıfat'la başlayan bu yol, gerek Necip Fazıl Kısakürek'le(Necip Fazıl hakkında özel yazımız için tıklayınız.), şimdilerdeyse gerek internette canlı yayınladığı konferanslarındaki Atatürk düşmanlığı ve fesiyle tanıdığımız Kadir Mısıroğlu ile sürdürülmektedir(Kadir Mısıroğlu, konferanslarından birinde cumhuriyete karşı olmadığını, laikliğe karşı olduğunu belirtmiştir.).
Genel olarak bugünkü Osmanlıcılık anlayışında; Atatürk devrimlerinin çoğuna karşı çıkma, Osmanlı'yı her konuda mükemmel görme, fes takma, Vahdettin'i kahraman sanma, İskilipli Atıf'a çok değer verme, Filistin, Irak, Suriye, Suudi Arabistan ağırlıkta olmak üzere Osmanlı'nın eski toprakları üzerinde halen hak iddia etme, Sevr'e ses çıkarmama, Lozan'a hezimet yaftası yapıştırma, ecdada sahip çıkma, Osmanlıca yazma merakı vardır.
Ancak tüm bu düşünceler ve idealler, hepsini kapsamamaktadır. En fazla bilinenler yazılmıştır. Bu fikirlerin birçoğu Youtube'da hazırlanmış videolardan, Facebook'ta paylaşılmış kaynaksız bilgilerden gelmektedir. Şimdi parça parça Yeni Osmanlıcıların teorilerini çürütelim.
1- Fes takarak ecdada sahip çıkıyorum, Fes İslami bir simgedir(!)
Ecdad denilirken kast edilen imparatorluktan ziyade Osmanlı Hanedanı'dır. Bu açıdan bakarsak Osmanlı Hanedanı'nın da fes takması gerekirdi değil mi? Ancak gerçekler böyle değil.
Ömer Faruk Efendi, Sabiha Sultan'la birlikte ama fessiz!
Hanedan üyeleri, ama yine fessiz!
5.Murat ve 2.Abdülhamid'in torunları bir arada, ama yine fes yok!
Günümüzde hanedan. Ama o da ne! Fes yine yok!
Bodrum'da bir araya gelen hanedan üyeleri. Ama yine fes yok!
Bu da bir yürüyüşten. Hanedanla uzaktan yakından alakası yok değil mi?
Eğer Osmanlı'ya kültürel anlamda sahip çıkmaktan bahsediliyorsa da, bunun fesle yapılmasına da gerek yok. Çünkü zaten Osmanlı, yıkılmış bir imparatorluk. Ahmet, Mehmet bugün fes giydi diye çok da değişen realite olmayacak. Ayrıca bunun ne kadarı etik, o da bir sıkıntıdır. Bugünkü Osmanlı Hanedanı, eğer gerçekten kendi gerçek-öz dedelerine sahip çıkmak isteselerdi, başta onlar fes takarlardı!
*
Son yıllarda fes, insanlara İslami bir nesneymiş gibi ve sanki Osmanlıu kurulduğundan beri varmış havasıyla gündeme getiriliyor. Peki ya gerçek böyle mi? Gelin fesin kısa bir tarihçesine bakalım.
"...Dahası, fes Osmanlı Devleti’nin geleneksel şer’i yapısı değişmeye, devlet Batılılaşmaya başladığı bir dönemde 19. yüzyılın başında reformist (yenilikçi) Osmanlı Padişahı II. Mahmut tarafından bir reform, bir modernleşme adımı olarak kullandırılmaya başlanmıştır. II. Mahmut Kaptan Hüsrev Paşa’nın Kalyoncu askerlerine giydirdiği TUNUS FESLERİNİ beğenerek devlet mamurlarının da aynı başlığı kullanmasını istemiştir. II. Mahmut 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra kurduğu Asaker-i Mansure-i Muhammediye ordusuna da fes giydirmiştir.
1829’dan itibaren din adamları ve kadınlar dışındaki herkesin fes giymesini zorunlu kılmıştır. 1832’den itibaren neredeyse herkes fes giymeye başlamıştır. II.Mahmut, devlet memurlarına fes kullanımını zorunlu tuttuğunda dönemin yobazları “Sarığımızı çıkartmayız!”, “Bu ecnebi başlığını kabul etmeyiz!” “Kahrolsun fes!” diye bağırarak fesin gavur başlığı olduğunu belirterek, fes takmayı reddetmişlerdir. Bunun üzerine II. Mahmut fesin “dinen caiz olduğunu” belirten fetvalar yayınlatmak zorunda kalmıştır..."
"...II. Mahmut bilindiği gibi 1838 tarihli Balta Limanı Ticaret Antlaşması’yla İngilizlere çok geniş ekonomik ayrıcalıklar vermiştir. Bu ayrıcalıklardan biri de İngiliz üretimi feslerin Osmanlı topraklarına pazarlanmasıdır. II. Mahmut daha bu anlaşmayı imzalamadan önce 1832'de fes giyilmesini zorunlu kılarak İNGİLTERE'DEN İTHAL EDİLEN FESLERE OSMANLI'DA BİR PAZAR YARATMIŞTIR.
Osmanlı Devleti İngilizler dışında Avusturya-Macaristan'dan da fes satın almıştır bir dönem. 1908'de Avusturya, Bosna-Hersek'i ilhak edince İstanbul'da Osmanlı Botkotaj Cemiyeti Avusturya feslerini protesto kampanyası başlatmıştır. Bu kampanya çok etkili olmuş ve çoluk çocuk, yaşlı genç tüm Osmanlılar başlarındaki fesleri çıkarıp üzerinde tepinmiştir. Bu fes boykotu kampanyası dönemin basınına da yansımıştır..."
Sinan Meydan'dan aldığımız yukarıdaki alıntılarda da belirtildiği gibi, fes İngilizler tarafından üretilmiş, 1832'den itibaren zorunlu olmuştur. Ve bir süre sonra halk, fesi gavur şapkası diye protesto etmiştir! Çok ilginç değil mi? Acaba günümüzdeki fes fetişistleri bunu bilse ne düşünürdü?
Demetrius Chalcocondyles (1423-1511) Yunanistan'da 15 ve 16. yüzyılda kullanılan ilk fesler.
Bugünkü fesli Yunan askerleri.
Karikatürün alt yazısı: "Fes fabrikalarını sıyanet maksadıyla Avusturya Ordusu için fesi serpuş-u resmi olarak kabul etmiştir."
2- Ecdadın eserlerine sahip çıkıyoruz, Osmanlı'nın kıymetini biliyoruz(!)
Daha önce de belirttiğimiz gibi, en büyük sorunumuz okumamak, araştırmamak. Her gördüğümüze hemen inanma hastalığımız hiç bitmiyor. Dolayısıyla da insanlarımız yanlış bilgiler ediniyor. Örneğin, CHP'nin cami yıktığı(!) algısı yerleştirilirken, kimse Demokrak Parti'nin yıktığı tarihi camilerden bahsetmiyor. Gelin bu konuyu irdeleyelim. Neye ne kadar sahip çıkmışız, çıkıyoruz?
İşte Demokrat Parti döneminde yıkılan camilerin lisesi.
-1465 tarihinde inşa edilmiş olan tarihi Murat Paşa Camii Vatan caddesi yapılırken 1957'de yıkılmıştır.
-Pertevniyal Lisesi yakınlarında bulunan tarihi Oruç Gazi Camii, 1956 yılında yol yapım çalışmaları sırasında yıktırılmıştır.
-Yeni Kapı yakınlarında Fatih döneminden kalma 1479 tarihli Çakır Ağa Camii yine yol yapım çalışmaları nedeniyle 1958'de yıkılmıştır.
-Aksaray'da Vatan cadesinin başlangıcında yer alan Fatih döneminden kalma Camcılar Camii ve çeşmeleri, 1957 yılında yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmıştır.
-Aksaray'da,1555 yapımı tarihi Kazasker Abdurrahman Camii 1957'de yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasında -bugünkü Mimar Sinan Üniveristesi'nin tam karşısındaki- Salıpazarı Süheyl Bey Camii 1957'de yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasındaki 1878-1879 yapımı, özgün mimariye sahip çok nadide eserlerden biri olan Karaköy Mescidi veya camisi 1958'de yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasındaki II. Mahmut döneminden kalma, 1826 yapımı, tarihi Nusretiye camii ve sebili 1958'de yol yapımı sırasında tahrip edilmiştir.
-Karaköy Kabataş arasındaki Mimar Sinan eserlerinden Kılıçali Paşa Camii ve dükkanları 1958'de yol yapım çalışmaları sırasında tahrip edilmiş, bazı duvarları yıkılarak yeniden yapılmıştır.
-Saraçhane'de Horhor Caddesi'nin köşesinde Amcazade Külliyesi'nin önünde trafik ışıklarının yerindeki 1467'de yapılmış Mimar Ayas Mescidi(Saraçbaşı Mescidi) 1958'de yol yapım çalışmaları sırasında yeniden yapılmak bahanesiyle yıkılmış ancak tahmin edebileceğiniz üzere yapılmamıştır...
-Baba Hasan Alemi, Firuz Ağa Mescidi, Süleyman Subaşı Camii, Camcı Ali Mescidi, Çoban Çavuş Camii, Bostancıbaşı Abdullah Ağa Camii, Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi, Abbas Ağa Camii.(Kaynak)
Millet Caddesi'ni genişletmek için yapılan tarihi sur yıkımı
Balık Pazarı İskele Mescidi
Merzifonlu Karamustafa Paşa Camii
Oruç Gazi Camii
Süheyl Bey Camii
Yedekçiler Mescidi
Buraya kadar tamam, devam edelim. Günümüzde durum nasıl peki? Ecdada sahip çıkabiliyor muyuz?
Van Gevaş'taki Hatun Kümbeti'nin 2007'de yapılan yurttan sonraki durumu.
Gaziosmanpaşa'da bir su terazisi
Tarihi İshak Paşa Sarayı'na yapılan cam tavan
İstanbul'daki tarihi Bozdoğan Kemeri'ne çivilerle asılan pankart.
Gördüğünüz gibi, bu konuda örnekler çoğaltılabilmektedir. Tarihi kemerlerin, sarayların, camilerin kıymetini bilemiyoruz. Ecdada sahip çıkmak için önce bu eserlere sahip çıkmalı!
3- Osmanlıca yazalım, ecdada sahip çıkalım, dilimize geri dönelim, dedemizin mezar taşlarını okuyamıyoruz(!)
Son yıllarda Atatürk ve cumhuriyet düşmanları tarafından sıkça yapılan Osmanlıca ajitasyonunun temeline ineceğiz şimdi.
-Okullarda Osmanlıca göstermek için bir yandan da Arapça kelime öğretmelisiniz, çünkü sadece alfabe öğrenilirse okunan yazı anlaşılmayacaktır.
-Osmanlıca çok uzunca süre kullanıldı, evet. Ancak Osmanlıca'dan önce de bizim kendi tarihimiz ve dilimiz vardı siz unutturmaya çalışsanız da. Yüksek zümre tarafından kullanılan ağır dili halkın anlaması mümkün değildi. O yüzden edebiyatlarda da Divan ve Halk Edebiyatı şeklinde ayrım vardır.
Gelin şimdi farklı dönemlerden 4 tane şiire bakalım ve hangilerinin birbirine ne kadar yakın olduğunu, daha okunabilir olduğunu ve bizim kendi kültürümüzden olduğuna siz karar verin.
Alp Er Tunga öldi mü
Issız ajun kaldı mu
Ödlek öcün aldı mu
Emdi yürek yırtılur!
*
Akl dun-himmet sadâ-yı tâ'ne yer yerden bülend
Baht kem-şefkat belâ-yı ışk gün günden füzûn
Men garîb ü râh-ı mülk-i vasl pür-teşvîş ü mekr
Men harîf-i sâde-levh ü dehr pür-nakş-ı füsûn
*
Gevheri düşmüş dillere
Diyar-ı gurbet illere
Billahi vermem ellere
Dağlara gel dağlara gel
*
Bugün kederliyim beterim bugün
Sesime ses değse çığlık oluyor
Üşüyor toprak taşlar üşüyor
Vuslatı yakın eden yollar üşüyor
- Dedelerimizin mezar taşını zaten okuyamıyorduk! Toplumun tahminen yüzde 8'inin okuma yazma bildiği Osmanlı'da zaten senin deden de dedesinin mezar taşını okuyamıyordu, çünkü okuma yazması yoktu! Bu algı oluşturulurken bilerek mezar taşı edebiyatı yapılıyor. Gelin somut rakamlarla gidelim.
18.yüzyılda Osmanlı'da kitap basılma adedi 13.200.
17.yüzyılda Avrupa'da basılan kitap adedei ise 20 milyon! (Kaynak: N.Berkes, Tü. Ça. s.37,62)
-Ayrıca ecdada sahip çıkmak sadece Osmanlıca'yla da olmuyor. 1915 istatistiklerine göre Osmanlı'da 10 işçiden fazla işçi çalıştıran 282 iş yeri var. Bunların da yüzde 85'i yabancıların!(Kaynak: Akl-ı Kemal, 1.cilt)
Namık Kemal 1874'te diyor ki, "Bir fabrikamız yok! Sanat neyle ileri gider? Bir şirket kuramadık. Ticaret böyle mi ilerler? Bir Müslüman bankası var mı?
-Türk Devrimi'nin yapı taşı olan Dil Devrimi'nin çok büyük bir başarısı olan okuma yazma oranlarını gösteren bir tablo.
UZUN LAFIN KISASI!
-Edindiğimiz bilgilerin kaynaklarını iyi araştırmalıyız. Günümüzde kandırılmak çok kolaylaştı.
-Osmanlıcı dediğimiz kişiler, temel sıkıntılara nasıl çözüm getireceklerini bilmiyorlar. Örneğin, Osmanlı geri gelirse rejim ne olacak, tek adamlık olursa hanedan yeniden mi başa geçecek, eğer öyle olacaksa bu hangi şehzade olacak, sınırlar aynı mı kalacak, eski Osmanlı toprakları nasıl elde edilecek, kadınlara yine mirastan az mı pay verilecek(..) gibi sorularla uğraşa dursunlar.
-Osmanlı torunu değiliz, Osmanlı torunu olmamız için Osmanlı Hanedanı'ndan gelmemiz gerekirdi. Biz tebaaydık!
-Ecdada sahip çıkmak için tarihi eserlere de sahip çıkılmalı. Bu işler sadece lafla yürümüyor.
-Fes, İslami bir simge değil, Osmanlı'da da tamamen kabul görmedi, 1900'lerin başında ayaklanmalar çıktı. Festen önce giyim kuşam farklıydı. Ayrıca fesi de üretenler İngilizler'di.
-Osmanlıca öz dilimiz değildi, daha önce de kendi dilimiz vardı! Dedelerimizin mezar taşını okuyamıyoruz, evet ama zaten dedelerimiz de kendi dedelerinin mezar taşlarını okuyamıyordu!
Etiketler: Osmanlı, Osmanlıcılık, Osmanlıca, Fes, Kadir Mısıroğlu Okunma sayısı: |